19 Aralık 2008 Cuma

Minikaltak

Mumların dizinsel sıralanmasıyla oluşturulmuş ingilizce bir "seni seviyorum"u ikinci satırda ekonomik bir 'o' harfi görevi gören tek bir sarı mumu aradan çıkartarak bozdum. İngilizceydi, çünkü sevmek de öfkelenmek de içimde bilemediğim bir nedenden ingilizce eklemlenirdi. İngilizceydi çünkü türkçe yazabilmek için yeterli sayıda mum yoktu. Bir 'S' çok emek ve mum istiyordu.

Dudaklarımın kenarlarını gerdim, bugüne kadar kimsenin vurup da morartmadığına şaştığım bu kenetlenmiş iki solucanın büzgülü orta boğumlarında sadece uyuşuk bir sırıtkanlığa ayarladığım yüz kaslarımı becerebildikleri denli ovalleştirdim ve düzgün bir çukur açtım. Bu şekilde birçok muzice yaratılabilir; güzel bir trompet tınısı, Gandalf pipo dumancıkları, kötü bir öpücüğü eğlenceli kılan bir cıvırtı. Hiç birini yapmadım, yapamazdım da, kocaman bir of notası çıkartmayı denedim, yalıtımsız duvarlarda sinik bir eko kornişinden çıkana dek ileri-geri sıçrarken.

İçinde ürenin her türlü olası sarılığında scotchlar bulunan ceviz oymalı konsolun yerine, ağır iş makinesi sınıfında ses çıkartan, eski, bu tip şeylere beyaz eşya adı henüz konulmadığı zamanlarda sarı renkte üretilmiş, buzdolabımın kapağını açtım, geride kalan azıcık votkadan bir yudum daha aldım. İkimizin de yoğunluğu giderek azalıyordu. Fıstık yeşili, benetton rengi çarşafların üzerine uyuyabilmek umuduyla -bunun son sefer olmasını umarak- bir kere daha uzanırken gözlerimi yummayı yeterli gördüm, ne de olsa ışığın birşeyi değiştirmeye yetmeyeceğini biliyordum.

"Now i'm beginning to see the light.." Kadife kucaklı yumuşak karanlığa yasladığım başımı bir an kaldırdım ve karanlığının tonunu, zorluğunun seviyesini dahi seçemeyeceğim zarif bir kabusa uyanmadan son kere kıpırdandım: -Lanet olsun neden bir kürek kapıp başladığın işi bitirmiyorsun ki?

Uyandığımda mumların sırası değişmişti, yine ingilizceydi iki satır aynı kalsa da anlam tamamen değişmişti. Aslında üzerinde biraz düşünürsek; pek de değişmemişti. I xxxx YOU.

Hiç yorum yok: