20 Eylül 2010 Pazartesi

Henri Lefebvre ile Kekemeliği Yendim

Gündemden kısa kısa:

Bir haftadır kendisinden haber alamadıkları komşuları için endişelenen apartman sakinleri tarafınca çağırılan güvenlik görevlileri, kapısını kırarak içeri girdikleri dairede Mooris Blanşo'nun(96) cesediyle karşılaştı. 

Can Bodriyar Internet Explorer 9'u görücülere sundu.  

İhbar üzerine şüpheli eve baskında bulunan polis Corc Batay adlı şahsın meskeninde çok sayıda porno cd ve ahalaka mugayır materyal ele geçirdi. 

Durkaym kazandıkları maçın ardından basın mensuplarına açıklama yaptı: İyi oynadığıma sevindim ama takımın iyi oynayıp kazanması daha önemliydi.

Marks'tan Hak-İş'e sarı sendika suçlaması.

Aldatıldığını öğrenip çılgına dönerek karısını ve aşığını vurarak öldüren Cak Derida ilk celsede pişman olmadığını söyledi.

Hiç dönmemek ya da ani ve düşünülmeden yapılmış vasati bir rivörsle adam eksiltmek. İşte bütün mesele buydu. 

1 Eylül 2009 Salı

Harvey Block

Yazmayı düzene oturtmak lazım. Yazmaya iyi gelecektir bu. Yazmanın böyle bir istirahate gerçekten ihtiyacı vardı son aylarda. Yıpratıcı oldu bu süreç herkes için.

Başka insanların bloglarını gezdiğimde ağustos[126] felan diye satırlara rastlıyorum. Sevdikleri şarkı sözlerini felan atıyorlardır umarım, değil mi Steve? Gerçek birşeyler yazabileceğimi hissedinceye dek siz burada kalın, yalnızlığında mağrur, mağrurluğunda güzel, mazbutluğunda bizmut, Eylül[1] ekselansları.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Anaerob Bakterilerin Tükenmez Çilesi

Oldukça uzun bir süre oldu yazmayalı. Bir süredir yazılarıma ve falan..

En son büyük beyinlerden bahsetmişim, çevirilerinin arka kapaklarında "ünlü Amerikan satirist"inden başka pek bir sıfata layık görülmediği için kızdığım ve tamamen anlık bir istekle göt kafalı büyük üstad olarak niteleyeceğim Vonnegut bu konuda şöyle buyurmuş:

"Mary, bir türün hayatta kalması için evrim tarafından şimdiye dek üretilmiş en arzu edilir kalım aracının insan beyni olduğunu da öğretmişti. Ama şimdi, Guayaquil'de, kendi koca beyni onu dolapta duran kırmızı tuvaletinin üstündeki polietilen elbise torbasını çıkarıp kafasına dolamaya ve böylece hücrelerini oksijensiz bırakmaya teşvik ediyordu."

Suicidal eğilimlerim yok pek şükür bu aralar, suicidegirls üyeliği almak istemeyi bu şekilde değerlendirmezseniz. Günümü açıklamam gerekirse:

Bir gün daha geliştim. Kemik yapısı olarak. Kaburgalarım artık silisyum da üretiyor.

Neler öğrenmişiz bakalım, birkaç pop-art sanatçısı, birkaç ekspesyonist, birkaç ölü amerikan başkanı, birkaç diri amerikan başkanı, parafilia türleri..
Neler unutmuşuz? Herhalde bir osmanlı-avusturya antlaşmasının adını, birkaç porno aktrisini, birkaç kişisel anımı ve kardeşimin kaçıncı sınıfta olduğunu. İyi anlaşma.
Neleri unutamayız? Aşk acısı diyenlere iyi ve benden uzak günler dilerim. Ben bu soruyu, Güzel bir kadın kıçının hatırası, "sübhaneke allahümme ve bihamdik" ve Karlofça Antlaşması'nın maddeleri diye cevaplardım. O kadar eminim ki saydıklarımın doğruluğundan, bunak bir dede olarak ölümün pençesine düşersem sübhanekeyi ıskalayıp son sözlerimin "Karlofça Antlaşması 1699 yılında Avusturya ve Osmanlı.." şeklinde olmasından korkuyorum. Başka korkum yok, şimdilik. Nevırevır.

Veleddalin Amin.

11 Nisan 2009 Cumartesi

Doğal Enerji Kaynağı: Kotbus

Keltler oldukça cesur insanlardır. Tarih boyunca keltlerin sosyal, ekonomik, politik, dinsel birçok alanda oldukça etkin olduğunu göz önünde tutan çeşitli araştırmacıların vardığı sonuçlara göre 'Keltler'in' dünya sıralamasında on ikinci olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Bir kelt ancak göğsüne mızrak saplandığında öldürülebilir. Yine de tabiki bunların birer discourse olduğunu, yani ""yaratıldığını"" (2. kesme çok bilmiş discourse bildiricisinin tırnaklı mimiğidir) söyleyebiliriz. Çünkü John Tomlinson da öyle demiş, peki ama kim bu Tomlinson?

Olup bitenlere bakışımı ve yorumlayışımı aşağı yukarı bu saçmalığa indirgemeyi başaran beynimi seviyorum. Sanırım onu sevmemi de o sağlıyor, yoksa iyi birşey değil, ama olsun. Ee ne demişler, fazla beyin kıvrımı düğüm yapar. Beynim büyük demeye çalıştım az önce. Huhih.

26 Şubat 2009 Perşembe

singularity

canım yazmak istemiyor, ama uzun zamandır birşey yazmamışım. inaktive sanıp kapatmasınlar ve şubat çok önemli bir ay diye birşeyler karalayayım.

eğreltiotları eşeyli üreme yapamazlar.

19 Aralık 2008 Cuma

Tork

Barın soluk sarı ışığı, ahşap platformun üzerindeki bardak ve şişelerden bir yolunu bulup süzülerek Jefri’yi aydınlattı. Jefri 30’larında, sarışın ve kıvırcık saçlı, orta sınıftan... Filan. Jefri bir akvaryumun dibindeki taşları seyreder gibi bira bardağının dibini dalgınca gözlerken Methyüv müşfikçe nasırlı ellerini –farklı bir el tasviri için insanların ufkunu açacak eleman aranıyor!- onun omzuna koydu. O büyük konuşmasını yapmadan önce Hitler’in gözünde görülen bir parlaklıkla Jefri’ye baktı. Odaka denk getirebilse Jefri alev alabilirdi. Jefri ise her etkiye karşılık bir tepkinin gayet de verilmeyebileceğini kanıtlarcasına sakil ve sakin, ruhsuz ve huzursuz, kıpırdamadan ve tıkırdamadan öylece durdu. Sağ el parmaklarının boğumları bardağın kulbu kavramış, sanki onunla bütünleşmişti. Jefri ve temasta olduğu her yüzey-Methyüv hariç- donuk ve cansızdı dünya üzerindeki. Methyüv ise koca ağzını açarak babacan bir ses tonuyla:

“I know its hard for you!! You gotta get up man!! Just roll on!! Can't make it destroy you” dedi.

Brenda Angela’ya sarılarak en yumuşak ses tonuyla:

“Hey, we're here. That sick bastard made you sad. But hey, life is going on” dedi.

Ryan'dan Stanley'e sevgi dolu bir baloncuk içinde:

“Hey, everything's gonna be allright, you gotta clean this mess and keep it goin on!” ulaştı.

N'den S'ye:

“Bişey olmaz ya. Geçer, takma kafanı. Düzelecek herşey.”

Katya ise sarışın ama üzgün dilber Anna’yı kucağında hoplatarak:

Ya gavaryu ruskiy yazik" demeyi tercih etti.

17. yüzyılda bir Çin imparatorunun hizmetçisi Chanh-Pu Hook ise sağır ve dilsizdi. Ama konuşabilse Tereza’nın Soumena’ya söylediklerinin tamamen aynısını söylerdi:

“Da dumastik biamo fenao ellemeö dur”

Hepinizi dövmek istiyorum, Jefri Methyüv’ü dinleyerek sabunlanmış bir iradeyle evine kadar gidip ertesi sabah farklı bir insan olarak uyanabileceğini düşünüyorsan seni de dövmek istiyorum. ‘Roll on’muş. Sensin yuvarlak.

Minikaltak

Mumların dizinsel sıralanmasıyla oluşturulmuş ingilizce bir "seni seviyorum"u ikinci satırda ekonomik bir 'o' harfi görevi gören tek bir sarı mumu aradan çıkartarak bozdum. İngilizceydi, çünkü sevmek de öfkelenmek de içimde bilemediğim bir nedenden ingilizce eklemlenirdi. İngilizceydi çünkü türkçe yazabilmek için yeterli sayıda mum yoktu. Bir 'S' çok emek ve mum istiyordu.

Dudaklarımın kenarlarını gerdim, bugüne kadar kimsenin vurup da morartmadığına şaştığım bu kenetlenmiş iki solucanın büzgülü orta boğumlarında sadece uyuşuk bir sırıtkanlığa ayarladığım yüz kaslarımı becerebildikleri denli ovalleştirdim ve düzgün bir çukur açtım. Bu şekilde birçok muzice yaratılabilir; güzel bir trompet tınısı, Gandalf pipo dumancıkları, kötü bir öpücüğü eğlenceli kılan bir cıvırtı. Hiç birini yapmadım, yapamazdım da, kocaman bir of notası çıkartmayı denedim, yalıtımsız duvarlarda sinik bir eko kornişinden çıkana dek ileri-geri sıçrarken.

İçinde ürenin her türlü olası sarılığında scotchlar bulunan ceviz oymalı konsolun yerine, ağır iş makinesi sınıfında ses çıkartan, eski, bu tip şeylere beyaz eşya adı henüz konulmadığı zamanlarda sarı renkte üretilmiş, buzdolabımın kapağını açtım, geride kalan azıcık votkadan bir yudum daha aldım. İkimizin de yoğunluğu giderek azalıyordu. Fıstık yeşili, benetton rengi çarşafların üzerine uyuyabilmek umuduyla -bunun son sefer olmasını umarak- bir kere daha uzanırken gözlerimi yummayı yeterli gördüm, ne de olsa ışığın birşeyi değiştirmeye yetmeyeceğini biliyordum.

"Now i'm beginning to see the light.." Kadife kucaklı yumuşak karanlığa yasladığım başımı bir an kaldırdım ve karanlığının tonunu, zorluğunun seviyesini dahi seçemeyeceğim zarif bir kabusa uyanmadan son kere kıpırdandım: -Lanet olsun neden bir kürek kapıp başladığın işi bitirmiyorsun ki?

Uyandığımda mumların sırası değişmişti, yine ingilizceydi iki satır aynı kalsa da anlam tamamen değişmişti. Aslında üzerinde biraz düşünürsek; pek de değişmemişti. I xxxx YOU.