29 Ekim 2008 Çarşamba

geldenizleraltındaonbeşbinfersahaanlaşalım

Sadece denize gitmek istemişti elele tutuşarak. Bir deniz kabuğu bulup kulaklarını dayadıkları anı hayal etti, hediye edebileceği minik bir çakıl taşını aranarak gün batımını beklediklerini düşledi. Capri-Sun turuncusuna büründüğünde gökyüzü başları birbirlerine yaslanacaklardı huzurun mutlak hükmünün sürdüğü bir kayalıkta. Tüm o romantik zırvalıkları tek tek, atlamadan, bir listeden bakarcasına uygulamak istiyordu. Doğduğundan bu yana hiçbir şey öğrenmemiş gibi, herşeyi unutsa bile birbirlerini sevebileceklerini kanıtlama isteğiyle yanıp tutuşarak, boş bir beyin, saydam bir yürek, traşsız bir surat ve içine tonlarca kum kaçacak terliklerle sahile inmişti. İnmişlerdi. Elele.

Bir balinanın kumların üzerinde kıvrandığını gördüler, yağlı derisi güneşte parlak ama solgundu. Ağzı alabildiğine açık ama kapalıydı. Yarılmış karnından fışkıran kanı, düştüğü yerde, siyah ve solgun ama parlak derisinde, süzülürken olabildiğine açık ağzı alabildiğine kapandı.

Birden kendini tuhaf hissetti, başı döndü, ayaklarının altındaki milyarlarca kum titreşti, ilk defa farketti onların titreştiğini, ilk defa anladı kumların bile titreşebileceğini. En ufak parçacıkların bile yerinden oynayabileceğini. Elleriyle dengesini bulmaya çalıştı. Bir çakıl taşı fırladı yumulu avucundan nasılsa. Hiçbir yere tutunamadı, hiçbir el uzanmadı yardım için. Parmaklarını karnına götürdü, sonra da kanlanmış ellerini hayretle yüzüne yaklaştırdı. Üzülmedi, üzülmesine gerek yoktu. Gücünü sonuna kadar harcadığı bir savaşta beklemediği bir anda karnına saplanan minik ama zehirli hançerin açtığı yarayla diz üstü çöken ortaçağ şövalyeleri gibi vakur baktı kumlara çarpıp köpükleşen dalgalara. Belki de aklına gelen son şeydi ortaçağ şövalyeleri. Yine de bir insanın aklına gelen son şeyin ortaçağ şövalyeleri olması herkesi hayal kırıklığına uğratır. O yüzden hemen bir şey daha düşündü: Bir öpücüğü, balinanın şu anda yarı ölü uzandığı kumların üzerinde ondan aldığı ilk öpücüğü. Birkaç adım attı. İçini düşme arzusu kaplamıştı. Balinaya belirli belirsiz bir el işareti yaptı. Balina anlayışlı gözlerle onu baktı, mırladı, sırt üstü döndü, yorganını çekti ve yaralı olarak kumsalın öte yanında uzanmaya devam etti. Çocuk balinanın tam yanına uzandı ve bir daha kalkmadı oradan.

Güneş batıyordu ve uzakta minik çakıl taşlarını ayalarında izler çıkartacak şekilde sıkı sıkıya tutan narin ve ince bir elin sahibi yamaca çıkan beyaz taş merdivenlerde ilerlerken son bir kez arkasına baktı: "Zavallıcık" dedi üzümleşmiş gökyüzünün renginden kurulu iskelelerin seçildiği kumsala bakarak. Sadece "zavallıcık" dedi ve başını iki yana salladı.

Güneş batıyordu ve aslında güneşin işi de budur.

Sabaha karşı denizden dönen kayıkçılar güçlükle farkettiler sahilde taşlaşmış biçimde duran iki yığını. Ait olduklarını düşündükleri hırçın ve sonsuz sulara bıraktılar ikisini de.

Güneş doğuyordu ve aslında güneşin işi de budur.

Hiç yorum yok: